13 Mayıs 2013 Pazartesi

Seçmeler






                         İstanbul- Kuşadası









                       Renkli- Non Figüratif











                 Siyah-Beyaz Non Figüratif










                                  Fonlar












6 Mayıs 2013 Pazartesi

Mutlu yıllar sana:)

5 Mayıs 1912...
Bundan tam 101 yıl önce...
100 yıl gibi bir süreyi bir tarih dersinde dinlerken sanki o kadar da çok değilmiş gibi gelir. Ancak ben bugün dedemin doğum gününü hesapladığımda bir asır öncesinden bahsettiğimizi ancak idrak edebildim.
Benden bu kadar büyük birinin çocukluğunu hayal etmek benim için çok zor oluyor. Ben çok küçükken de dedem benim için oldukça büyüktü. Ben küçücüktüm dünya çok büyüktü. Yaş küçük olduğunda beyaz saçlı tonton bir dede ile vaktini geçirmek zaten yeterince güzelken buna bir de benim resimlerimi ben fark etmeden çizip " bak seni çizdim küçük hanım" dediği zamanlarda benden mutlusu olmazdı.
Herkes çocukken, çocuk olmanın verdiği cesaretle çok daha eğlenceli anılar biriktirecek zamanlar yaşıyor.
Dedemin de var mı acaba böyle anıları diye anneanneme sordum. İşte bir tane buldum;

Arşi Olcay'ın babası Haymana kadısıymış. Kavuğunu çıkarıp rakı içen, o dönemde yaşayan değişik insanlardanmış. Osmanlı Devletinin o döneminde açıkta içki satışı yasakmış. Babası rakı içmeyi çok severmiş. Arşi Olcay'ı da içki almak için gönderirmiş. Rakıyı matarada alırlarmış.  Babası dedeme matarayı vermiş götürüp doldurması için. Rakıyı satın aldığı adam matarayı doldurmuş geri vermiş. Dedem de yolda taşırken içindekinin ne olduğunu çok merak etmiş. Çocukken merakın ne kadar fazla olduğu malum. İçinde ne varmış diye merak etmiş açmış ve içmiş. Beğenmemiş haliyle ama içindeki azalınca telaşlanmış, doldurmak için de üstüne su koymuş. Eve geldiğinde babası içki içeceği umuduyla mataradakini bardağa doldurunca her şey anlaşılmış. Babası çağırmış "evladım, gel bakayım otur şuraya..."

Bu halini anneannemden öğrendim ancak bunu bana da anlattığını çok iyi hatırlıyorum. Benim için kır saçlı bu kocaman adamın da bir zamanlar çocuk olduğunu düşünmek çok güzeldi.
2006 yılından beri seni özlüyoruz iyi ki doğmuşsun dedeciğim...

24 Nisan 2013 Çarşamba

Nerede o eski 23 Nisanlar??

Nerede o eski 23 Nisanlar!
"Ben çocukken şahane törenlerle 23 Nisan kutlanırdı" diye bir cümle kurmama maalesef yaşım müsaade etmiyor çünkü bundan 20 sene önce de zaten kutlamalar epeyi azalma göstermişti. Ancak bu durum annemlerin zamanında yapılan törenler ve hazırlıklarını anlatmama engel teşkil etmeyecektir. Dün Atatürk'ün bize armağanı olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramını kutladık. Çok tatmin edici bulmadım televizyonlarda gördüklerimi. Ancak anneannemin evinde bulunan siyah beyaz bir fotoğraf sayesinde (annemin yaşını ortaya çıkarmaya çalışmıyorum yanlış anlaşılmasın oldukça genç görünüyor kendisi) eskiden törenlere oldukça özenildiğini anladım.

Eskiden 23 Nisanlarda çocuk baloları yapılırmış. Her sene yapılan bu balolarda çocuklardan farklı bir karakter olması istenirmiş. O sene annemin kelebek olması istenmiş. Anneannem kız teknik yüksek okulunda öğretmen olduğu için onların okulunda defileler düzenlenirmiş ve anneannem orada ortaya çıkarılan kıyafetlerin her zaman çok güzel olduğundan bahseder. Ancak bu kıyafeti anneannem dikmiş. Dedem ise kanatları tasarlamış. Bence gerçekten çok güzel olmuş.


Annemin ne kadar güzel göründüğünü söylememe gerek yok bence.
Dedemin bir çok mobilya çalışmasının taslağını gördüm ancak bu resmi yıllardır görmeme rağmen tasarımını dedemin yaptığını bilmiyordum.  Mobilya çizimlerinin yanlarına her zaman hangi malzemeden olacağı nereye nasıl şekil verilmesi gerektiği yazılı olur. Bunun için de aynı yöntemi izledi mi bilmiyorum ancak tam da bu sıralar fotoğrafın elime geçmiş olması beni mutlu etti.
Bu arada bu kıyafet çok beğenilmiş ve dedemler onu okula hediye etmiş. Şimdi gel de deme nerede o eski bayramlar...
Heykel taslağı- kenarlarında açıklamaları da bulunuyor


18 Nisan 2013 Perşembe

Esrarengiz dolaptan çıkanlar: kısım 2

 Dün bulduğum hazineyi paylaşmaya hız kesmeden devam edeceğim. Bugün kuzenimden hatırladığım bir ayrıntıyı da paylaşmaya karar verdim. Biz küçükken anneannem ve dedem Ankara Küçükesat'ta otururdu. Çocukken her bayramda gittiğim bir yer olması ve küçükken 1 sene boyunca orada yaşamış olmam dolayısıyla ben çok severim Küçükesat'ı. Dedemin çalışma odasını anneannemlere gittiğimizde biz işgal ederdik. Dünden beri bahsi geçen dolap ise işte bu odada dururdu. Camlı  ve bolca kilidi bulunan bir dolaptı bu. Yıllar sonra ancak açabilecek hale geldim. Çünkü dedem bu dolabın kilidini açan anahtarı cebinden beş dakika bile çıkarmazdı. Şimdi ise içinden çıkan birbirinden güzel malzemeyi paylaşmak için bana fırsat vermiş oldu. Malzemelerini ve çizimlerini o kadar iyi saklamış ki, hala hepsi ilk günkü gibi düzenli ve güzel.


  • Bir çok farklı marka ve renkte kumaş boyası

Mavi, sarı, kırmızı ve yeşil renklerdeki büyük kumaş boyaları şu an hala kullanılabilir halde. Altın sarısı bir taneye de rastladım oldukça parlak ve canlı duruyordu. Bunca kumaş boyası, cep telefonlarının ilk çıktığı zamanlarda piyasaya çıkan Motorola marka cep telefonu kutusunun içinden çıktı.










  • Rus malı guaj boyalar


 Dışarıdan bakınca oyun hamuruna benzettiğim şeyler guaj boya çıktı. Renkleri ve şekillerini çok beğendim. Dedem boyaların kapağına Türkçelerini de yazmış. Ancak kapakların üzerindeki tek yıldız ve üç yıldız gibi ibarelerin ne olduğunu çözebilmiş değilim.









  • Avusturya -Hermann Nitsch marka yağlı boya seti


 Boyalar Dresden'de üretilmiş. Yaptığım bir gezi sırasında Dresden'e gitme fırsatı buldum. Kesinlikle çok güzel. Şehrin II. Dünya Savaşı sırasında bombalandığını ve neredeyse tamamının tekrardan yapıldığını hatırlatmakta fayda var










  • Karakalem çalışmalarında kullanılan çeşitli kalınlıklardaki kalemler 




 Üzerinde Çekoslovakya'da üretilmiştir ibaresi bulunuyor. Üretildiği yer "Bohemia" olarak adlandırılan, şimdiki adıyla Çek Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan orta Avrupa'da bir bölgedir. Prag'da üretilen bir çok süs eşyasının üzerinde de bu yazı görülebilir.









  • Sulu boya seti



 Kutusunun bu kadar güzel olabileceğine inanamadığım sulu boya takımı. Gördüğüm sulu boya takımlarının sadece renkleri değil kutuları da çok güzel.









  • Royal Talens marka suda çözünen boya seti



Suda çözünme özelliği olan bu boyaları ilk gördüğümde yağlı boya sanmıştım
 Hala dünyada kullanılan en kaliteli boya markalarından. Kutuların içinden çıkan karıştırma kapları da çok kullanışlı. Renkleri inanılmaz güzel. Gördüğümde kesinlikle bayıldım. Boyalarla ilgili bilgi için http://www.talens.com/en-gb/information/ ziyaret edebilirsiniz.


Dolabın öyküsü ve içinden çıkanlar bitmez ancak en azından bana onları nasıl kullandığına ilişkin fikir verdi. Bazıları daha az kullanılmış olduğu için yepyeni duruyor. Dolabı karıştırırken kız teknik öğretmen okulunun ders notlarını buldum. Yani anneannemlerin ders notları. İtiraf ediyorum çok değişik bir duyguydu. Ancak fasikül şeklinde basılmış notların içini açınca hazırlayan kısmında Arşi Olcay'ı gördüm. Elime geçen ilk kitapçık "perspektif" oldu. Çizimlerle yazılarla açıklamış. Sonra onlardan bir düzine olduğunu fark ettim. Dedemin en çok kullandığı kelimelerden biriydi perspektif. Elime geçen ilk kitapçığın bu olması da beni ayrı bir ruh haline soktu. Öğrenecek çok şey var okumaya koyulmak lazım.
Anneannem bütün bunlara hala gözü gibi bakıyor...Onlar iyi ki var.


17 Nisan 2013 Çarşamba

Alman boyaları ve çantalar dolusu resim

Kaynağından bilgi almak için anneanneme yaptığım ziyaretler sonucu öyle bir kaynak buldum ki sonu gelmez. Bugünkü yolculuğum Arşi Olcay'ın boyalarının, resim malzemelerinin ve yüzlerce eskizinin bulunduğu kocaman bir dolaba oldu. Dolapları karıştırdıkça içinden neler çıktı inanılacak gibi değil. Kocaman tuvallerden tutun, bir sakız kağıdı küçüklüğündeki kağıtlara çizilen figürlere kadar binlerce resim beni o dolapta bekliyormuş meğer... Emek verilmiş binlerce çalışma bir ressamın torunu için bulunmaz minnet. Hele onları nelerle yaptığını, nasıl yaptığını anlattığı "yeni başlayanlar için resim teknikleri" tadındaki notları kesinlikle bu işe gönül vermenin ne demek olduğunu bana bir kez daha gösterdi.

Dolaptan neler çıkmadı ki:    




  • Rus markası, oymacılıkta kullanılan bıçak seti                                                                           




Hepsinin tam olarak kaçar senelik olduğunu bilmiyorum ancak Almanya'dan getirdiği boyaların üzerinde yazan Batı Almanya malıdır ibaresinden oldukça eski oldukları ortaya çıkıyor.











  • Bunlar çeşitli renk ve markalardaki sulu boyalar






Üzerinde sirk resmi bulunan sulu boya İngiltere yapımıymış. O dönemlerde Türkiye'de çok fazla çeşit boya olduğunu sanmıyorum. Bir kısmını Avrupa'dan getirdiğini tahmin ediyorum.











  • Reeves guaj ve sulu  boya takımı


Yine bir İngiltere yapımı olan guaj boyalar hala üretime devam eden 'Reeves'e ait. Reeves boyaları, 1766 yılında William Reeves'in açtığı ilk dükkanın  ardından ailesi tarafından sanat malzemeleri üreten bir firma haline getirilmiş.













  • Turcan yağlı boyaları

Bir zamanlar ilkokuldayken resim derslerinde bize yağlı boya almamızı söylemişlerdi. Turcan markasını ilk o zaman duymuştum. Pek dayanıklı değillerdi şu anda da görebiliyorum. Dedem boyalarına gözü gibi bakardı çünkü. Yağlı boyalarını kurumalarını önlemek için bir takım poşetlere sarardı, mesela.  Bunca zaman sonra hala bir çoğu kullanılabilir durumda.
Boyalarını sakladığı kutu da dikkat çekici.
















  • Yine oymacılıkta kullanılan bıçak seti

Yine bir Rus markası üzerinde "Pinokyo" resmi bulunan bir bıçak seti. Set oldukça eğlenceli detaylara sahip. Bir kere içinde bir çok çeşit bıçak var ve sapları toz pembe. En güzeli de üzerindeki Pinokyo resmi. İnsan kendini Gepetto gibi hisseder herhalde.











  • Farben Alman markası yağlı boya seti
Kesinlikle favorim bu. Kocaman bir boya seti ve içinde renklerin ayarlanmasını kolaylaştırmak için iki küçük karıştırma kutusu bulunuyor. Kutunun içinden çıkan resim yağları da cabası. Bir çok renk çeşidi var ve her biri birbirinden parlak. Bu zamana kadar hiç bir şey olmamış. Çantası da "Bond çanta" dediklerinden.





















Devamı gelecek
Arkası yarın!...

14 Nisan 2013 Pazar

Tepelerin ardındaki deniz...

Gemlik'e doğru denizi göreceksin. Sakın şaşırma...

















Hep Kuşadası anlatıyorum gibi gelebilir ancak dedem ve resmin en çok hafızamda birleştiği yer orası o yüzden kusuruma bakmayın...
Küçükken Kuşadası'na "Kuduşu" diyen bir insan olarak bu 30 küsur senelik yazlığın önemi büyük bende...
Küçük bir çocukken yazlık yerler nasıl keyif verirdi. Deniz kum güneş şimdiki gibi huzurlu tatil çağrıştırmazdı daha çok kumdan kaleler, su savaşları gibi bir anlamı vardı. İşte çocukken Kuşadası'na giderken arabada tek düşündüğüm şey bu olurdu. Yolculuk epey bir uzun sürdüğü için haliyle sıkılırdım. Yolculuğun Gemlik kısmını genelde uyuyarak geçirdiğim için deniz görme merasimi benim için biraz ertelenirdi. Yazlığa gelmeden önce bir tepe vardır  tepeyi geçtikten sonra birden deniz görünür. İşte ben o zaman anlarım Kuşadası gerçekten çok yaklaşmış... Gidince bir güzel kokusu vardır oranın çiçekle beraber yaz kokar. Bir de guguk kuşları. Hala ne zaman duysam aklıma orası gelir. Kuşadası deyince de Arşi Olcay'ın sandaletleri ve kasketleri... Resimlerini incelerken aralarında bir çok dağ manzarasının arkasından görülen deniz manzaraları eskizleri buldum. Demek ki herkese aynı hissi veriyor tepenin ardından sonunda denizi görmek... Babamın bizi arabayla Milli Park'a götürdüğü zamanları hatırlıyorum birazcık. Bu aşağıda görülen zamanki ben daha kendinin farkında değildi maalesef... Ancak onun alışkanlıkları pek değişmedi ve ben büyüdüm.  Gözlemlememi sağladı tepelerin ardından görülen denizin nasıl resmedildiğini. Ya da araba hızla ilerlerken manzarayı kaçırmadan resim yapmaktan nasıl bir keyif aldığını. İyi ki de kaçırmamış çizmiş, kalemine sağlık...





12 Nisan 2013 Cuma

Cepte taşınan resim defterleri

Bu da benim Montmartre'da
çektiğim bir fotoğraf
Sanatçı ruhlu insanlar hayata farklı baktıkları için biraz uçuk kaçık tipler oluyor genelde. Toplum içinde dışlanırım korkusu olmadan düşüncelerini ifade edebilme özgürlüğüne erişmiş, kendilerini sınırlandırmaları gerekmediğine inanan insanlar olarak yaşıyorlar. 1900 'lerin Fransa'sında yaşamış olsaydım daha net ifade edebilirdim belki... Ancak Picasso'ların  resim yaptığı bir süre hayatını geçirdiği Montmartre bölgesine yaptığım küçük ziyaret sırasında fark ettim; içinde yaratma isteği bulunan insanların hangi ülkede yaşadıkları pek fark etmiyor. Hepsi her an her yerde çizilmeyi bekleyen bir resim, söylenmesi gereken bir şarkı yada çalınması gereken bir enstrüman varmış gibi davranıyorlar. Ben Arşi Olcay sayesinde işin daha çok "çizilmesi gereken"leriyle ilgilendim. Daha doğrusu o, şimdi yazılması gerekenlerle ilgilenmemi sağladı. Elinde gezdirdiği küçük resim defterini her daim cebinde taşıdı ve o çizilmesi gereken resimleri hep bir yerlerde aradı ve buldu. Yürüyüşe çıkmak, arabayla uzun bir yola gitmek yada yemek yemek üzere evden çıkmak. Hiç fark etmezdi ona çünkü o, yolda yürürken karşısına çıkan güzel bir çiçeğin, yemek yerken tabağında oluşan lekelerin yada arabayla gezerken önüne aniden çıkan denizin resmini çizebilmek için yanında o defteri mutlaka taşırdı. Sanki her anı not etmek istiyor gibiydi. Çocukken çok garip gelirdi bu bana. Düşünsenize siz keyifle önünüzdeki Nutellalı ekmeği yemeye çalışıyorken dedeniz (aynı şekilde Nutellalı ekmeği çok severdi.) tabağındaki ekmeğin resmini yapmaya çalışıyor. Reçelleri ekmeğin üzerine aynı titizlikle sürerdi sonra da 'bak aynı tablo gibi oldu' derdi.

 Bu lafı çok fazla duydum. Sonra o ressamlar tepesi olarak anılan Montmartre'a gittiğimde aynı heyecanı Fransız ressamlarda da gördüm. Bir ressam önüne aldığı bir çiçeği resmetmeye çalışıyor, başka biri hayalindeki bir insanı çiziyor... Bu arada o bölge gittiğim en keyifli yerlerden biriydi. Yolda durdurup resminizi yapmak için can atan bu kadar çok ressamı bir arada başka yerde bulmanız imkansız. Gitmek görmek keşfetmek insana ayrı bir bakış açısı sunuyor. Anneannem ve dedemin hayatından öğrendiğim en keyifli bilgilerden biri kesinlikle budur.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Eeee anlat bakalım...


                                                              Gülümseyin çekiyorum!

Anneannem (Sevim Olcay)- Dedem (Arşi Olcay)- 1955

Anneannenin evine gidilince yapılacak en keyifli şey kesinlikle eski resimleri karıştırmak! Siyah beyaz çekilmiş bu fotoğraf bana Yeşilçam filmleriyle Hollywood filmlerinin karışımı gibi gözüktü ilk baktığımda. Çok özendim keşke o yıllarda yaşasaydım dedim sonra sordum o malum soruyu "Siz nasıl evlendiniz?"...

1938 yılında Avrupa'daki eğitimini tamamlayıp Türkiye'ye dönen Arşi Olcay, meslek liselerinin iç mimarı dekorasyonlarının yapılmasında ve akademik kadrosunda görev almış. İçlerinde en çok beğendiği çalışması Afyon Kız Meslek lisesi olmuş. Anneannem Afyon doğumlu. Büyük halam yani dedemin kardeşi (Nuriye Torkak)'da Afyon kız meslek lisesinde öğrenim görmüş. Aynı zamanda da anneannemin hocalığını yapmış. Bu sırada anneannem öğretmen okulunda okurken dedem de erkek teknik yüksek öğretmen okulunun mimari resim hocasıymış. Anneannemlerin de mimari resim derslerini Arşi Olcay veriyormuş. Anneannem zaten Nuriye halamı daha önceden de tanıdığı için halam, dedemle tanışmasına vesile olmuş. 1955 yılında evlenmişler. Tam olarak nasıl evlenmeye karar verdiklerini bilmiyorum ancak dedemin bir ömür boyu anneannemi ne kadar çok sevdiğini biliyorum. Küçücüktüm onunla vakit geçirebildiğim sıralarda ancak bazı şeyleri çocuklar bile anlar. Görüp görülecek en kibar insanlardan biriydi kesinlikle. Çocukluğumdan sürekli hatırladığım bir başka  lafı da "after you" idi. Ancak öyle İngilizce gibi değil Almanca gibi söylerdi. Önce bize sırayı verirdi. Sadece küçük olduğumuz için değil içinden geldiği için. En çok sevdiğim zamanlar da okuldan eve geldiğimizde bizi sandalyeye oturtur "Eee anlat bakalım" derdi. Gününüz nasıl geçti? İstisnasız her gün duydum bu lafı. İlgileniliyor olmak çocukken zaten ayrı bir keyif kaynağı. Ee artık ben de anlatıyorum hem seni bilsinler hem resimlerini görsünler diye... 










8 Nisan 2013 Pazartesi

Almanya'da bir Türk!

Arşi Olcay- Nuriye Torkak (Kız kardeşi) Almanya- 1934
Resimlerini paylaşıyorum ama fotoğraflarını hiç görmediniz...
Bir iş yapıyorsam tam yapmalıyım diye aldım elime fotoğraf makinemi, kalemimi defterimi anneannemin yolunu tuttum. Ben burada genelde dedem olan Arşi Olcay'ı anlatıyorum ancak bu sefer onu bir de anneannemden dinledim.
Dedem, Cumhuriyet kurulduktan sonra  açılan  Ankara meslek okulunda eğitim görmüş. O senelerde öğrencilerin sınavla yurt dışına eğitim için gönderildiği bir program olduğunu duymuş ve sınava başvurmuş. Sınavda birinci olmuş 1932 yılında  bu program dahilinde Avrupa'ya 6 senelik eğitim için gönderilmeye hak kazananların içinde yer almış. Dedem, Prag için ellerini de coşkusuna katarak her zaman 'biblo gibi şehir!' derdi. Orayı çok sevmiş ve yaklaşık 6 ay kalmış. Ancak arkadaşlarıyla birlikte okulda pek fazla bir şey öğrenemeyeceklerine karar vermişler. Orada bulunan öğrenci müfettişlerine durumu anlatmışlar ve müfettiş, onların Almanya'nın Wupertal şehrine gitmelerini sağlamış. İşte iç mimari eğitiminin temeli burada atılmış. 6 sene sürmesi beklenen eğitimini bir sene erken bitirerek 12 fabrikada volonter olarak çalışmaya başlamış. 1938 yılında yurda dönmüş ve meslek liselerinde iç mimari programlarında çalışmış, binaların dekorasyonlarını yapmış. Türkiye'ye dönerken okula hediye olarak yanında bir ağaç koleksiyonu getirmiş.

Dedemin Almanya anılarını çocukken işittiğim 'Wuppertal' kelimesiyle ister istemez özdeşleştiriyorum. Çocukken merak ederdim ne demek diye. Sonradan şehir olduğunu öğrendiğimde bir gün gider miyim acaba diye düşünmeye başladım. Anneannem ve dedem bir çok Avrupa şehri gezmişti ve ben küçükken onların gelirken getirdiği kartpostallardaki şehirleri dolaşmaya karar verdim. Gözüme ilk kestirdiğim kesinlikle Paris olmuştu ve bu hayalimi anneannemle beraber gerçekleştirdim ve bu muhteşem şehri görebildim!
Onun üzerinde bir çok güzel anısı bulunan Almanya'dan alışkanlık edindiği ve sabahları kalktığımda duyduğum 'Guten morgen!' lafını ise hala özlüyorum...

4 Nisan 2013 Perşembe

Parçaları birleştirmek



Bugün yaptığım iş sadece  parçaları birleştirmek oldu...
5 farklı resmi bir araya getirdim ve ortaya bu çıktı. Birbirlerinden ne kadar farklı olurlarsa olsunlar bir araya geldiklerinde bir resmi tamamladılar. Benim için kafi..
(Arşi Olcay'ın en çok kullandığı kelime : Kafi. Şapkalı a ile.)

3 Nisan 2013 Çarşamba

Hayal Et


Elimin altında yüzlerce Arşi Olcay resmi var ve ben her gün hangisini seçeceğimi şaşırıyorum. Ancak bugün taradığım onca resmin içinden bunu seçmemin bir sebebi var!
Bir kaç gündür modern resimlerin çok daha çekici olduğunu düşünüyordum ancak bu resmi gördükten sonra fikrim kısmen değişti. Bu resim yolda yürüyen bir kaç kişinin bütün ayrıntılarını vermiş olsaydı benim için bir fotoğraftan farkı kalmayacaktı. Fotoğrafları da severim ama her gün gördüğüm manzaraları hiç yorumsuz izlemek isteseydim balkona kurulur elime bir çay alır gelen geçeni seyrederdim.!
Buradakiler birbirleriyle konuşan, birbirlerine bakmadan dümdüz yürüyen ya da alışveriş yapmak için vitrinlere bakınan insanlar olabilir.  Sadece tahmin etmek yada hayal etmek gerekiyor. Resmin en keyifli yanı da bu zaten.
Küçükken dedemin yaptığı resimleri nerede ve nasıl yaptığını hayal etmeye çalışırdım. Acaba bunu çizerken ne düşündü? Acaba bu resimdeki kız kim? Sonradan fark ettim ben aslında onları tahmin etmeye çalışmıyordum. Ben onları hayal etmeye çalışıyordum. Hayal etmek kesinlikle eğlenceli. Hayal demişken Walt Disney'in çocuğu olsam halim ne olurdu onu düşünüyorum.

2 Nisan 2013 Salı

Define Haritası!

"Resim bir akıl işidir..."
Da Vinci

Tabloların üzerinde rastgele ortalığa saçılmış gibi duran çalışmaları normalde pek anlamadığım için sevmezdim. Ancak bugün dedem için bir istisna yapma vaktidir. Çünkü bu resme baktığımda ilk aklıma gelen oraya buraya atılmış boyalardan çok antika bir harita oldu. Antika dükkanları hep ilgimi çekmiştir çünkü bir çok insanın bir çok anısını paylaşan bir takım anlamsız eşyalar, sahiplerinden ayrıldıktan sonra burada birden anlam kazanmaya başlıyor bence. Üzerinden seneler geçmiş oluyor ve eşyalar kendi anlamlarına kavuşuyor. Bu yan tarafta görmüş olduğunuz benim için bir define haritası kıvamında. Arşi Olcay bana bu resimle kesinlikle bir hazine bırakmış olmalı.

Aslında bizimkiler Ankaralı!
İlkokulda bir seneyi Ankara'da anneannem ve Arşi Olcay'ın yanında geçirdim. Ankara soğuktur, yeşilliksizdir kurudur falan ama memleketimdir sonuçta. Severim. Dedem sayesinde midir nedendir bilinmez ilkokulda her zaman resim derslerini çok severdim. Bir gün öğretmenimiz evde bir çiftlik resmi yapmamızı istedi ve bunun üzerinden not vereceğini söyledi. Şimdilerde yağlı boya yapabiliyor olsam da o zamanlarda çit bile çizemeyeceğimi düşündüğümden olsa gerek resmi dedeme yaptırmaya karar verdim. Ancak dedeme 'bunu benim için yapar mısın not alacağım' deseydim böyle bir dalaverenin içinde olmak istemeyecekti, bende bunu  bildiğim için çaktırmadan çizmesini sağlamalıyım diye düşündüm. Evet dedem o resmi çizdi ancak öğretmen benim çizmediğimi anladı ve koca bir sıfır aldım.  Sıfır aldığım gün eve geldiğimde bu konuyla ilgili üzüldüğüm sırada Arşi Olcay'ın evdeki çalışma odasını keşfettim ve ne kadar çok malzeme olduğuna inanamadım. Yine o günden sonra o oda benim definem oldu. İlginç aletler geliştirmişti kendine. Mesela diş fırçasını püskürtme yapmak için kullanıyordu, tuvalet kağıtlarının kartonlarını ise kalemlik. İşte o gün ben yaratıcı olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamaya başladım. Ondan sonra da Arşi Olcay'a gizlice resim yaptırmadım!
Yaşasın içinde yaratıcılık barındıran bütün işler...


1 Nisan 2013 Pazartesi

Üç Küçük Balık...

Çocukluğunu Kuşadası'nda bir yazlıkta geçirebilme fırsatı bulduğum için şanslı sayılanlardanım. Orada havanın pek rüzgarlı olmadığı zamanlarda deniz dümdüz olur ve elini uzatsan bir balığa çarpabilecek kadar berrak gözükür. Pek nadirdir böyle zamanlar çünkü Kuşadası'nda nedenini anlamadığım bir şekilde hava hep rüzgarlı deniz hep dalgalı... Çocukken hiç sevmezdim. Bilen bilir Ege denizi Karadeniz gibi güvensizlik vermez insana. Akdeniz'den daha az tuzludur. Benim için idealdir. Küçükken işte böyle rüzgarlı havalarda tek başımıza denize gitmemize izin verilmez evin balkonundan ancak izlemek zorunda bırakılırdık. Ben de balkondan Sisam Adası'na ancak el sallamakla yetinirdim. Arşi Olcay ise benim gibi boş durmaz hemen resim yapmaya koyulurdu. Tahmin ettiğim üzere bu balıklar da böyle bir günün ürünü.

 Arşi Olcay, zamanında yurt dışına ilk kez okumak için gönderilen öğrenciler kafilesinin içinde yer almış Almanya'da eğitim görmüş bir Türk'tü. Bu sebepten bir çok Alman arkadaş edinmişti. Bahsi geçen Almanlar Kuşadası'na geldiklerinde havanın güzelliğine hayran kalır, meyvelerin özellikle de koca koca karpuzların bu bollukta satıldığına inanamaz, Türkiye'yi anlata anlata bitiremezlermiş. Ben o dönemlerde oldukça küçüktüm. Ancak o zamanlarda Türkiye'de pek fazla bulunmayan makine kahvelerini hatırlayacak kadar da cingözdüm. Şimdi ben, Almanların değimiyle 'Eski', bu resimlerin ve anıların unutulmasına karşı savaş açtım. Denizin berrak olduğu ve bolca balıkları izleyebildiğim günlere selamlar... Drei Kleine Fische!

31 Mart 2013 Pazar

“Sanat doğadan çıkarılan bir soyuttur.” Gauguin!


“Renk bir zevk ve duygu işidir.”
“İnsanın söyleyecek bir şeyi olmalı. Yoksa olmaz. Her şeyden çok resmi sevmeyince insan ressam olamaz. Hem sonra mesleğin inceliklerini bilmek de yeterli değildir. Duygu ve çoşku da gerek. Bilim çok iyi ama bizim için imgelem daha da gereklidir… “ demiş Edouard Manet.
*İmgelem: insanın istediği şeyleri gözünde canlandırabilme yetisinin ürünlerini kapsayan evren. (en azından vikipedi öyle olduğunu düşünüyor.)
Öyle sanki sanat tarihi okumuşum edasıyla beylik laflar etmeye kalkışmadım onun yerine alıntıladım. Ancak şu bir gerçek ki ben Arşi Olcay'ın en çok aklına geleni resmettiği ve bunlar için bazen bir gazete kağıdını bazen bir çikolata kartonunu tuval gibi kullandığı resimlerini sevdim. Çünkü bana göre de 'sanat doğadan çıkarılan bir soyuttur!

30 Mart 2013 Cumartesi

Modern Bakış...

Biz dedemin üç torunuyuz... 
Anneannem ve dedemin Kuşadası'nda bulunan 30 küsur senelik yazlığı sayesinde bol bol manzara, gün batımı ve yeşillik gözlemleme şansımız oldu. Arşi Olcay resim adına yeni çıkan her yeni gereci takip ederdi demiyorum ancak biz torunları ve yakın çevresi sayesinde keçeli kalemler veya yapışkanlı kağıt gibi malzemeler konusunda büyük bir merakı oluştuğunu hatırlar gibiyim. 
Keçeli kalemler tükenmez kalem gibi tek renk olmadığı ve daha yaratıcı fikirler ortaya koyma potansiyeli bulunduğu için bizim ve onun en çok kullandığı resim malzemeleri arasında sayılırdı. Küçükken hep beraber Kuşadası merkeze indiğimizde dükkanlardan beşli onlu bizde bulunmayan renklerden kalemler aldığımızı hatırlıyorum. Her birimizi masanın başına oturur elimize birer kağıt ve bolca keçeli kalem tutuştururdu. Hepimiz aklımızda ne varsa çizer dedeme gösterip beğenisini kazanmak için saatlerce uğraşırdık.
Anneannem hala yaptığımız resimleri saklıyor...
Bir kaç gün boyunca Arşi Olcay'ın çeşitli malzemeler ve boyalar kullanarak oluşturduğu modern tarzdaki resimlerini paylaşacağım.
Hepimize iyi seyirler!

29 Mart 2013 Cuma

Arşi Olcay kimdir?: Dedem, Resim ve Ben

Nevi şahsına münhasır! Sanatçı bir  dedenin torunu olarak onun hakkında söyleyebileceğim en kesin ifade kesinlikle budur. Etrafımda çok fazla ressam olmadı ancak ressam, yaptığı işe bu denli sahip çıkan bu denli benimseyen ve kesinlikle resimle yaşayan bir insan demekse ben hayatımın küçük ama anlamlı bir bölümünü onunla geçirdim. Dedem'den kısa notlar:

1-)Mimar ve ressam olan Arşi Olcay  (kesin olmamakla beraber) 1912 yılında Soma'da doğdu. Balkan savaşlarına tekabül eden bu zaman içinde doğduğu tarih veya gün tam olarak bilinmemekte.
2-) Hayran olduğum natürmort çalışmalarının yanı sıra non figüratif çalışmaları ve kesinlikle mobilya tasarımlarıyla insanı kendine hayran bırakmaktadır
3-)Post-empresyonizm akımını takip ettiği söyleniyor
4-) 3 torunu bulunuyor içimizden biri ise mimar
5-)Kalemlikten paspartuya, resimlerini sergilediği çerçeveden şu an hala üzerinde oturabildiğimiz koltuklara kadar bir çok şey tasarladı
6-)Atılmak üzere bir kenara ayrılmış çikolata kutularından resim defterleri, bitmiş tuvalet kağıtlarının içindeki kartonlardan kalemlik yapardı ve güzel bir manzara bulduğu anda çevresinde bulunan herhangi bir şeyi resim çizmek için kullanırdı
7-) Öğretmen kimliği ile ilgili en ilginç detay ise anneannemin anlattığıdır: Öğrencilerin ders arasına çıktığı vakitlerde kara tahtaya tebeşirle çizdiği resimler öğrencileri hayran bırakırmış
8-)Mimariyle ilgili bir çok kitabı bulunmakta
9-)Tüm ömrü boyunca şekerli yiyecekleri bolca tüketmiş olmasına rağmen hiç bir zaman şekerle ilgili problem yaşamadı
**

Not: Resim hakkında çok teknik bilgim olmadığı için bu blog sadece 'ressam olan dedem' ile ilgili ilginç detaylar paylaşmak ve eserlerini tanıtmak amacıyla oluşturuldu
Resimlerin dijital ortama aktarılması, bize derlenip toparlanarak sunulması ve en önemlisi Arşi Olcay için bu denli çaba sarf etmesi sebebiyle  Nazmi Tirben'e teşekkürü borç biliriz.